ABD’de kız çocuklarına yönelik cinsel istismar, pedofili ve fuhuş ağı oluşturmak suçlamasıyla yargılanırken hapishanede ölü bulunan, Amerikalı milyarder Yahudi iş adamı Jeffrey Epstein davasına ilişkin dosyaların dördüncü kısmı kamuoyuna duyuruldu. Dosyaların kamuoyuyla paylaşılmasının ardında ortaya çıkan yeni ilişki ve bağlantılar sebebiyle bu dava uzunca bir süre dünya kamuoyunu meşgul etti.
Epstein Dosyası özetle; kendi adına kurduğu vakıflar aracılığıyla birçok üniversite, araştırma merkezi ve hayır kurumuna bağışlar yapan hayırsever görünümlü bir iş adamının, 2005’te Florida’da 14 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla polis tarafından soruşturulmaya başlanmasıyla deşifre olan küresel bazda üst düzey ilişki ve iğrençliklerin ortaya çıkarıldığı bir dava dosyasıdır.
Epstein, 2008’de biri 18 yaşından küçük iki genç kızı fuhuş amaçlı istismardan suçlu bulundu ve 13 ay hapis cezasına çarptırıldı. 2019’da Florida ve New York’ta küçük çocukları taciz etmek ve fuhuş nedeniyle tekrar tutuklandı. Aynı yıl tutuklu bulunduğu cezaevi hücresinde kendisini asıp intihar ettiği belirtildi. Ancak üzerindeki sır perdesi aralanamadı, şüpheli ölümün cinayet olduğu ile ilgili komplolar halen devam etmektedir.
Epstein’in suç ortağı ise Birleşik Krallık sosyetesinin önde gelen simalarından ve kendisi gibi Yahudi olan, İngiltere’nin medya ve yayıncılık devlerinden, siyasetçi, parlamenter ve aynı zamanda tarihin en büyük dolandırıcılarından biri Robert Maxwell’in kızıdır. Epstein ile bir şekilde ilişki halinde olanlar arasında ise eski ABD başkanları Trump ve Clinton, eski İsrail başbakanı Ehud Barak, İngiliz Kraliyet ailesinin eski mensubu Prens Andrew, Eski New Mexico Valisi Bill Richardson ile eski ABD Senatörü George Mitchell gibi siyaset dünyasından üst düzey isimlerin adı geçmektedir. Siyaset dünyasının yanı sıra finans, kültür-sanat ve moda dünyasının elit isimleriyle de yakın ilişkileri tespit edilmiştir. Epstein belgelerinde ismi geçenlerden birisi de İsrail’i Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde savunacak avukat olan 85 yaşındaki Alan Dershowitz’dir.
Epstein, pedofili ve seks ticareti gibi pis işlerini malikânesinde ve kendi ismiyle bilinen özel adasında yapmış ve üst düzey misafirlerini buralarda ağırlamıştır. Getirilen her yeni kız çocuğu için en az 300 dolar ödeme yaptığı iddialar arasında yer almaktadır. Sadece 2017 ve 2018 yıllarında kimliği tespit edilen 80 kurban vardır. Hatırlanacağı gibi bu gelişmeler dikkatleri uluslararası çocuk kaçırma olaylarına çevirmiş ve özellikle de deprem bölgelerinde kaybolan çocuklar üzerinden Türkiye’de de uzun süre gündem olmuştur.
İşin asıl can alıcı noktası ise tüm bu skandalların, Mossad tarafından istihbarat toplamak ve önde gelen siyasetçilere şantaj yapmak amacıyla düzenlenen organizasyonlar olduğu iddialarıdır. Bu bağlamda hem Epstein’in hem de suç ortağının Mossad adına çalışan ajanlar oldukları ortaya atılmış ve özellikle Epstein’in dönemin İsrail başbakanı Ehud Barak ve Mossad yetkilileriyle ilişkileri tespit edilmiştir. Kısacası Epstein ve ortağı vasıtasıyla genç kızların ve kız çocuklarının önde gelen siyasetçilere sunulduğu ve daha sonra da bu olayların İsrail istihbaratı adına onlara şantaj yapmak için kullanıldığı iddiaları gündemde önemli bir yer teşkil etmekte ve ABD kamuoyunda ciddiye alınmaktadır. Zira dosyaların kamuoyunda paylaşılmasının hemen ardından FBI, bir operasyonla New York kentindeki bir sinagogun altında yasa dışı şekilde inşa edilmiş tüneller olduğunu ortaya çıkarmış, mukavemet gösteren çok sayıda kişiyi de gözaltına almıştır. Böylece ABD yönetimi Epstein dosyasıyla oluşan karanlık atmosferi dağıtmak ve Yahudilere gözdağı verme yoluna gitmiştir.
İşte Epstein’in yürüttüğü faaliyetlerin ortaya çıkmasının ardından Yahudilerin siyasetçileri kontrol altına aldıkları, bu şekilde dünyaya her alanda hâkim oldukları ve fiili olarak aslında dünyayı onların yönettiği konusundaki iddialar ve algılar yeniden kuvvetlenmiştir.
Aslında bunun böyle olmadığını geçmişten günümüze Yahudilerin karakterlerini ve karakterlerine bağlı olarak başlarına gelenleri ve yaşadıkları sefih hayatı, kimlerin hangi maksatla onları hile ve algılarla şişirilmiş bir balon haline getirdiğini inceleyerek anlatmaya çalışacağız.
Yahudilerin peygamberler döneminden bu yana maruz kaldıkları sürgünler
İçlerinde peygamberlerin bulunduğu dönemler de dâhil olmak üzere insanlık tarihi boyunca Yahudiler, içinde bulundukları toplumlarda her türlü ahlaksızlıkların, sömürülerin, fitnelerin, fesadın ve katliamların ana kaynağı olmuşlardır. Bugün de geçmiştekinden farklı özellikler taşımayan bu lanetlenmiş kavmin varlığını ifade eden Yahudilik ve Siyonizm, sadece Müslümanların değil tüm dünyanın sorunu olmaya devam etmektedir.
Lanetli kavim Yahudiler, sahip oldukları bu kötü hasletleri sebebiyle tarih boyunca neredeyse dünya üzerinde bulundukları bütün şehirlerden sürülmüşlerdir. Allah (svt) ve Rasulu’nun (sav) bize bildirdikleri dışında, MS 250 yılından günümüze kadar kaydedilmiş yüzlerce Yahudi sürgünü bulunmaktadır. Bugün Gazze’deki Yahudi varlığının yapmış olduğu soykırıma arka çıkan batı devletleri ise Yahudileri topraklarından en fazla süren devletler arasındadırlar. Mesela İngiltere 1290 yılında, Almanya 1348,1614,1933 yıllarında üç defa, Fransa 1240-1933 yılları arasında tam 13 defa, İtalya 1492-1593 yılları arasında 4 defa, İspanya 1492, Portekiz 1496 ve Rusya 1945 yıllarında Yahudileri topraklarından sürmüşlerdir.
Yahudi varlığının bulundukları ülkeler açısından nasıl bir sorun teşkil ettiğini bugün Yahudilerin en büyük hamisi görünümündeki Amerika’nın eski başkanlarından Benjamin Franklin 1789 yılındaki Amerikan Anayasası Hazırlık Konferansı’nda yaptığı konuşmada şu ifadelerle vurgulamıştır: “…Ortada Amerika Birleşik Devletleri’ni tehdit eden büyük bir tehlike var. Bu tehlike Yahudi tehlikesidir. Çünkü onlar her nerede bulunmuşlarsa ahlaki seviyeyi alçaltmışlar, ticari güvenirlik seviyesini çökertmişlerdir… Onlar kanları emen ve malları sömüren kimselerdir… Sizleri uyarıyorum ey liderler! Yahudileri topraklarınızdan nihai surette çıkarmadığınız takdirde çocuklarınız ve torunlarınız, mezarlarınızda iken sizlere lanet okuyacaklardır.”
Peygamberler dönemine ait kayıtlara girmiş Yahudilere ait çoğu İsrailiyat kokan çok sayıda tarihsel sürgün bilgisi olmakla beraber; biz burada Rabbimizin, nankörlükleri ve bozgunculuklarına karşılık onların sürülmelerine ve cezalandırılmalarına ilişkin bildirdiklerine bir göz atalım:
وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْرًا فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟ Hani siz, “Ey Mûsâ! Biz bir tek yiyecekle dayanamayacağız. Bizim için rabbine dua et de bize toprağın mahsullerinden; sebzelerinden, kabakgillerinden, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bitirsin” demiştiniz. Mûsâ ise, “İyiyi kötü ile değişmek mi istiyorsunuz? Şehre inin; istedikleriniz orada var” dedi. Zillete, fakru zarûrete mahkûm oldular; Allah’ın gazabına uğradılar. Bu durum, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerinin, bütün bunlar da isyan etmeleri ve haddi aşmalarının sonucuydu. (Bakara:61)
فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَوَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۜ اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌOnlar, sakındırıldıkları ‘şeyi yapmada ısrar edip başkaldırınca’ onlara: ‘Aşağılık maymunlar olunuz’ dedik. İşte o zaman Rabbin, onlara en kötü azabı yapacak kimse(leri) kıyamet gününe kadar üzerlerine mutlaka göndereceğini bildirdi. Şüphesiz, Rabbin (ceza ile) sonuçlandırması pek çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayandır, esirgeyendir. (Araf:166-167)
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذ۪ينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ فَجَعَلْنَاهَا نَكَالًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ Andolsun, sizden cumartesi (günü) yasağı çiğneyenleri elbette biliyorsunuz. İşte biz, onlara: ‘Aşağılık maymunlar olun’ dedik. Bunu hem çağdaşlarına, hem sonra gelecek olanlara ‘ibret verici bir ceza’, takva sahipleri için de bir öğüt kıldık. (Bakara:65-66)
Yahudilerin Rasulllah’ın (sav) Medine’de İslam Devleti’ni kurmasının ardından güvenilmez, bozguncu, fitne ve fesat ortamından beslenmeye çalışan ihanet dolu kişilikleri bariz şekilde ortaya çıkmıştır. Yahudiler ve müşrik Araplarla imzalanan bir devlet protokolü olan Medine Vesikasının hükümleri, hicretin 2. yılında (624) tek taraflı olarak ilk defa Benî Kaynuka Yahudileri tarafından bozulmuştur. Bazı Yahudiler, Benî Kaynuka çarşısında alışveriş yapan Müslüman bir kadını rahatsız etmiş, bu durum, birkaç kişinin ölümüyle neticelenen Müslüman Yahudi çatışmasına sebebiyet vermiştir. Anlaşmayı bozan ve kalelerinde savaş düzeni alan Benî Kaynuka kuşatma sonunda Hz. Peygamber’in hükmüne rıza gösterip teslim olmuş, haklarında önce ölüm cezası verilse de sonradan affedilerek Medine’den sürülmüşlerdir. Anlaşmayı bozan ikinci Yahudi kabilesi Benî Nadir olmuştur. Onlar da bozgunculuklarına ve Rasulullah’ı (sav) öldürme girişimleri sebebiyle Rasulullah (sav) tarafından muhasara altına almış, teslim olan Nadîroğulları Medine’den çıkarılmış ve Hayber’e sürgün edilmiştir. Hendek Gazvesinde Mekkeli müşriklerin yanında yer alan ve onlara destek verme teşebbüsünde bulunan Benî Kurayza da vesikayı ihlâl etmiş, onlar da erkekleri öldürülüp kadın ve çocukları şehirden sürülerek cezalandırılmışlardı.
Allah (svt) onların bütün nimet ve ikramlara karşılık onların nankör, bozguncu, haddi aşmış ve lanetlenmiş bir kavim olduklarını şu ifadelerle anlatıyor:
وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَنَٓا اِلٰهًا كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَİsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.” (Araf:138)
لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَكَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ İsyanları ve tecavüzleri sebebiyle ve ayrıca yaptıkları kötülükleri kendi aralarında yasaklamadıkları için onlar Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdir. Bakın ne kötü şeyler yapıyorlar!’ (Mâide:78-79)
وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (dedik). Onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı. (Bakara:57)
قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَاز۪يرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ De ki: ‘Allah katında, ‘kesinleşmiş bir ceza olarak’ bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Allah’ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tağuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır.’ (Maide:60)
Bu sebeple Yahudilerin tarih boyunca kendilerine ait ne bir devletleri ne bir toplumları ne de bir hadaratları olmuştur. Dünyanın dört bir yanında küçük topluluklar halinde ezilmiş ve aşağılanmış bir halde yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır. Bu durum 20. Yüzyılın ilk yarısına, dönemin güçlü kapitalist ve komünist devletlerinin onlardan kurtulmak için bulmuş oldukları çözüme kadar bu şekilde devam etmiştir. O çözüm ise; Müslümanların bağrına yani Filistin’e bu Yahudi varlığının yerleştirilerek güçlendirilmesi ve onun bir devlet olarak tanınmasından ibaretti.
Sömürgeci Kafirler bu hamleyle Yahudilerden kurtulmayı hedeflemekle birlikte, İslami bir davetçinin unutmaması gereken şu iki şeyi daha hedeflediler:
1- Müslümanların birbirlerine kavuşmalarını engelleyecek ve birlikteliklerinden uzaklaştıracak şekilde, bölgedeki Müslümanlar arasına yabancı bir cisim yerleştirdiler.
2- Bölgeyi Yahudi karşıtı çatışmalarla meşgul ederek asıl çatışmalarının Osmanlı’yı ortadan kaldıran kafir Batı ile olması gerektiğini onlara unutturdular. Zira bölgede Yahudiler için bir devlet dikmeden önce çatışma, Müslümanlar ile kafir Batı arasındaydı. Filistin’i işgal eden bu gasıp varlık ile mücadele merkezi bir konum aldı ve onu oraya yerleştirenlerle mücadele hafifledi.
Yahudiler Arasındaki Klikler/Gruplar ve Akidevi Mezhepler:
Rabbimiz Kur-an’ı Kerim’inde ağırlıkla Bakara olmak üzere muhtelif surelerinde Yahudi karakterini en ince ayrıntılarına kadar izah etmiştir. Onlarda var olan korkular, ayrılıklar, kin, nefret, fitne, fesat ve fücur dolu davranışlar hakkındaki bu malumatlar onların bu günkü davranışlarının nedenlerini ayrıntılarına kadar gözler önüne sermektedir. Bozgunculukta sınır tanımayan bu lanetlenmiş necis varlığın mensupları akidelerinde dahi bozgunculuk yapmış, dinlerini tahrif etmiş ve peygamberlerini katletmişlerdir.
Onların kendi akideleri üzerinde yapmış oldukları bozgunculuklar neticesinde tarihleri boyunca birçok akidevi mezheplerin ve çeşitli kliklerin/grupların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bu akidevi mezheplerin aralarında ise inanç/akide açısından adeta uçurumlar vardır. Mesela ilk dönem mezheplerinden olan Sâmirîler, kendilerini Mûsâ’nın (as) yeryüzündeki hakiki temsilcileri olarak görürler ve diğerlerini tanımazlar. Sadukiler ise inançlarında Allah’ı (svt) göklere hapsederler ve ahirete inanmazlar. Ferisiler ve Esseniler ise diğer ikisinin inançlarını kabul etmezler. Bu ilk dönem mezheplerinin tamamı tarih içersinde savaşlar, isyanlar ve şiddetli iç çekişmeleri gibi mücbir sebeplerle ya tamamen yok olmuş ya da zayıflamışlardır.
Orta Çağ ve sonrasında ise özellikle Avrupa’ya dağılmış şekilde yaşayan irili ufaklı birçok Yahudi gurupları ortaya çıkmıştı. O dönem Avrupa’sının Yahudileri, Ortodoks Yahudileri diye bilinen iki büyük mezhebe ayrılmışlardı. Bunların büyüğü olan Aşkaraziler/Alman Yahudileri, o dönem Yahudi topluluğunun %70’ini oluşturuyorlardı. Diğer küçük grup ise Seferat/İspanyol Yahudileridir. Aşkaraziler yapısal olarak radikal, taassup sahibi diyebileceğimiz bir yapıdayken, Seferatlar daha ılımlı ve liberal bir yapıya sahiptirler.
Bir de Anadolu ve Balkan coğrafyalarını istila etmiş kendilerine Sabetayist ya da dönme denilen Yahudi grubu vardır. Diğer Yahudi grupları Sabetayistleri Yahudi olarak kabul etmezler. Bunlar Yahudiliği gizlice kendi içlerinde yaşayan ancak dışarıya Müslüman görüntüsü veren, varlıklarını bu topraklarda devam ettirebilmek için kendilerini gizleyen yapılardır. Müslüman görünümlü bu Yahudiler; Türkiye topraklarında devlet yönetiminde, devlet kurumlarında, sanat, spor ve müzik gibi birçok alanda refah içinde sürdürdükleri varlıklarını, kurulmasında büyük rol oynadıkları laik Kemalist sisteme borçludurlar. Ulusal yapı ve ulusal değerlerin bu topraklar üzerindeki en büyük savunucuları bu dönme Yahudilerdir. Onlar İslam’ın ve İslam’a ait değerlerin en büyük düşmanlarıdırlar. İçinde bulundukları toplumda yaşayan Müslümanların kendi değerlerini bırakıp, Batı kültür ve medeniyetine entegrasyonunu arzu ederler ve konuda tavizsiz bir mücadele yürütürler. İnançlarının genel adı Kabaladır ve kurucusu Sabetay Sevi’nin Zuha/Işık adındaki kitabında geçen esaslara göre yaşarlar.
Yahudi mezhepleriyle ilgili tarihsel değişimler çok olmakla birlikte bizim asıl bakacağımız nokta, günümüz Yahudi mezhepleri ve bu varlığın devleti olarak dayatılmaya çalışılan işgalci İsrail’i meydana getiren yapıdır.
Günümüzde Yahudiler, Ortodoks ( Rabinik) Samir’iler ( Şomroni) ve Karailer olmak üzere üç büyük mezhebe ayrılmışlardır.
1- Ortodokslar: Günümüzde en yoğun nüfusa sahip, yaygın olan Yahudi mezhebidir. Tevrat ve Talmud’u (Geleneksel Yahudi inanışına göre vahiy mahsulü kabul edilen ve Sözlü Tevrat olarak bilinen metin.) kabul ederler ve “orta yolcu” anlamına gelen Ortodoks ismini alırlar.
2-Samiriler: Yahudilerde çıkan ilk mezheplerdendir. Talmud’u reddederler, Tevrat’a inanırlar ancak sahip oldukları Tevrat, Ortodoks Yahudilerinin Tevrat’ından % 70 farklı bir Tevrat’tır. Namaz kılar ki; Ortodoks Yahudileri bu durumu kabullenmezler ve Müslüman etkisi diyerek namazı reddederler.
3- Karailer: Bunlar, Talmud’un yazılmaya başlamasıyla beraber Ortodoks Yahudilerden ayrılmış olup, Talmud’u reddeder ve sadece Tevrat’a itibar ederler. Karai, kelime manası olarak okuyucular yani Tevrat’ı okuyanlar anlamına gelir.
Bugün Yahudi varlığı İsrail’in nüfus çoğunluğunu ılımlı ve liberal olarak bilinen Seferat Ortodoksları oluşturur. Alman Nazilerinin 1940’larda ikinci dünya savaşı sırasında soykırım uyguladığı Yahudiler ise radikal ve taassup sahibi olan Aşkarazi/Alman Yahudileridir. Bu soykırımın amacı, başta İngilizler olmak üzere Batı tarafından kurulması planlanan Yahudi devletinin demografik yapısını dizayn etmektir. Nitekim bugünkü Yahudi varlığı İsrail’in mezhepsel yapısı, aynen dizayn edildiği gibi radikal Aşkarazilerin değil ağırlıklı olarak liberal Seferatların hâkim olduğu bir yapıdır.
Yahudi devleti içinde ağırlıklı nüfuza sahip olan Seferat Ortodokslar da kendi içersinde farklılıklar gösteren beş ana grubu meydana getirirler.
1-Datiler: Kadınların başı açık, erkekler sakalsızdır. Cumartesi yasaklarına uyarlar, sünnet olur, domuz eti yemezler.
2-Haridikler: Kadınları kapalı, erkekleri sakallıdır. Cumartesi yasaklarına uyar, sünnet olur, domuz eti yemezler.
3-Hasidikler: Bunlar da aynı Haridikler gibi dindar olan Yahudilerdir. Şapkalı zülüflü kıyafetleriyle bilinirler ve kapalı bir yapıya sahiptirler. Diğer Yahudilerle anlaşamazlar.
4-Kültürel Yahudiler: Cumartesi yasakları da dahil hiçbir kurala ve dini ritüele uymazlar. Domuz eti yiyip içki de içerler ancak yine de kendilerini Yahudi olarak görürler.
5-Muhafazakârlar: Genellikle Amerika’da yaşayan reformcu yenilikçidirler. Cumartesi yasakları dahil hiçbir Yahudi dini ritüeliyle alakaları yoktur, içki içerler ve domuz eti yerler. Yahudi olmayanlarla da evlenirler. Dinler arası diyaloğun olması gerekliliğini savunan kesim de bunlardır.
Yahudilerin bu derece karmaşık bir yapıya sahip olmaları, işgalci İsrail devleti içindeki politik ortamı da diğer batı devletlerindeki politik yapılardan farklı hale getirmiştir. Uzun yıllar, kuruluşunda önemli rol oynayan İngiliz Manda yönetiminde kalmalarından ve siyasetinin İngilizler tarafından dizayn edilmesinden dolayı, son yıllarda etkisi ABD tarafından kırılmaya çalışılsa da üzerinde İngiliz siyasetinin etkisi mevcuttur. Ancak içeride batıdaki sağ ve sol siyasetinin dışında ve buna etki eden, Siyonist olanlar ve olmayanlar, radikal Aşkarazlar, ılımlı laik Sefaradlar ve Arap Yahudiler gibi politik klikler mevcuttur. Dolayısıyla mevcut partilerin yapılarına baktığımızda; Merkezi Sol Partiler, Merkez Sağ ve Milliyetçi Partiler, Dinci Partiler, Arap Partileri şeklinde sınıflandıklarını görürüz. Sol kanattan İşçi Partisi ve (aşırı) sağ kanattan Likud, İsrail’deki büyük partilerdir.
Siyonizm ve Siyonizm’e hizmet eden örgütlenmeler… Siyonizm nedir, ne değildir?
Kelime kökü “Siyon” sözcüğüne dayanan Siyonizm, bir kavram olarak Yahudi halkının “tarihî yurtlarına dönüşü” anlamında kullanılmakta olup bu anlamda siyasi Siyonizm Filistin’de bir Yahudi devleti kurmayı kendisine hedef olarak tayin eden siyasî hareketi işaret etmektedir. Siyonizm, 19. yy. aydınlanması yani bilim ve teknolojiye dayalı döneminin ürünü olarak Doğu Avrupa Yahudileri arasında ortaya çıkmış bir siyasi akımdır. Başka bir ifade ile Siyonizm, adını Tanah’ta (Yahudilerin yazılı dini kaynaklarının bulunduğu ve 801 sayfadan oluşan kitaptır.) geçen “Siyon” teriminden alarak Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak amacıyla 19. yy. sonlarında ortaya çıkmış bir siyasi harekettir.
Bu hareketin ortaya çıkmasında; tarih boyunca fitne, fesat ve bozgunculukları yüzünden bir toprak ve devlet sahibi olamayışları ve sürekli aşağılanıp bulundukları her bölgeden yüzlerce kez sürülmüş olmalarını kendi siyasi hegemonyaları için kullanmak isteyen başta İngiltere olmak üzere kafir Batı başrolü oynamıştır. Yukarıda bahsettiğimiz nedenlerden dolayı İngiltere, Osmanlı İslam Devleti ve onun tebaasına yönelik necis projelerini hayata geçirmek Yahudilerle yakınlaştı ve onları bu konuda tahrik etti. Bu süreçte Dünya Yahudileri Birliği Başkanı olarak bilinen ve Siyonizm’in kurucusu olarak tarihe geçen Theodor Herzl isimli gazeteciyi harekete geçirdi. Theodor Herzl ilk iş olarak Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde gerçekleşen kongrede “Dünya Siyonist Teşkilâtı” adı altında ilk Siyonist Yahudi teşkilatı kurdu. Herzl, İngiltere’nin açık ve güçlü desteğiyle bu teşkilat üzerinden Filistin’e sistemli göçü hedefleyen Aliyah/Göç hareketini Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde örgütlemiş oldu.
Yaşanan bu gelişmelerden ve İngiltere’nin açık desteğinden cesaret bulan aynı şahıs, Osmanlı’nın içinde bulunduğu ekonomik durumu da fırsata çevirmek istemiş ve Avrupa’dan göç edecek Yahudiler için Sultan II. Abdülhamid Han’dan Filistin’i talep etmiştir. Bu talepler Abdülhamid Han tarafından tarihe geçen şu sözlerle şiddetle reddedilmiştir.
“Doktor Herzl’e bu konuda ciddi adımlar atmamasını nasihat ediniz. Zira ben Filistin toprağının bir karışından dahi vazgeçmem!.. Orası benim mülküm değildir… Bilakis İslam Ümmeti’nin mülküdür. Halkım bu topraklar uğruna cihat etti ve orayı kanlarıyla suladı… Yahudilerin milyonları kendilerine kalsın!… Eğer bir gün bu devlet/hilafet parçalanacak olursa işte o gün, onlar Filistin’i bedelsiz alabilirler. Ancak ben hayatta olduğum müddetçe Filistin’in Osmanlı Devletinden koparıldığını görmektense bedenimin lime lime koparılmasını tercih ederim ki bu olmayacak bir iştir. Biz hayatta kaldığımız müddetçe, cesetlerimize neşter vurulmasına asla razı olmam.”
Zaten Osmanlı Devleti, Avrupa’daki Siyonizm akımının farkına vardıktan sonra, 1882 tarihinden itibaren kendi tebaasından bile olsa tedbir olarak Filistin’de Yahudilere toprak satışını da yasaklamıştır.
Bununla birlikte Emperyalist İngiltere 1907 yılında yedi Avrupa ülkesi temsilcilerinden oluşan bir yüksek komite kurulması için çağrıda bulundu. Komitenin o dönemin İngiliz Başbakanı Sir Henry Campbell-Bannerman’a verdiği raporda, Arap ülkelerinin ve Osmanlı Devleti’nde yaşayan Müslüman-Arap halkların Avrupa ülkelerine çok gerçekçi bir tehdit oluşturduğunun altı çizildi ve aşağıdaki uygulamalar önerildi:
1) Parçalara ayırma, bölme ve ayrıştırma teşvik edilsin,
2) Emperyalist ülkelerin otoritesi altında suni siyasi birimler yaratılsın,
3) Entelektüel, dini ya da tarihi her türlü birlikle savaşılsın ve bölgenin yerleşimcilerinin bölünmesi için işlevsel ve direkt önlemler alınsın,
4) Bunların başarılması için, Filistin’de “tampon bir devlet” kurulması ve bu devletin de nüfusunun komşularına düşman ve Avrupa ülkelerine ve çıkarlarına dost güçlü ve yabancı bir milletle oluşturulması önerilmişti.
Londra’da yapılan bu gizli Campbell Konferansı kararları doğrultusunda Osmanlı toprakları üzerinde yapılan operasyonlar I. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi ile Filistin üzerinde de uygulanmaya başlandı. Filistin’in İngilizler tarafından işgal edilmesinin ardından savaşın kazanan tarafı olan İtilaf Devletleri, Balfour Deklarasyonu (1917) ile 1948 yılında Yahudi varlığı İsrail’i devlet haline getirecek olan Filistin’in işgal sürecini başlatmış oldular.
Bu durum esasta Yahudilerin genel inancına göre Siyonizm’in birinci aşamasıdır. Siyonizm’in asıl amacı ise Arz-ı Mev’ud (Vadedilmiş Topraklar) ya da bir başka ifadeyle Büyük İsrail Toprakları’dır. Yahudi inancına göre Kudüs, “Tanrı’nın seçtiği şehir” olarak nitelendirilir ve “ulusların tam ortası” yani dünyanın bir nevi merkezi olarak tanımlanır. Onlara göre Arz-ı Mev’ud Kral Davud’un kurmuş olduğu en büyük Yahudi devletinin de sınırlarıdır. Siyonizm temelinde inanç bulunan siyasi bir hedeftir. Gazze katliamı zaten karmaşık bir yapısı olan Yahudi toplumunun içinden çok farklı seslerin yükselmesine sebep olmuştur. Birçok Yahudi bu katliama protestolarla, yürüyüşlerle karşı dururken, bu süreci destekleyen ve katliamlar üzerine birleşen/konsolide olan kısım ise işte bu fanatik Siyonist Yahudilerdir.
Epstein davası ile ortaya çıkıp gündem oluşturan ve dikkat edilmesi gereken şey yaşanan bu pis hadiselerde iş insanı, siyasetçi, bilim adamı gibi dünyaca tanınan kişilerin isimlerinin geçmesidir. Bu yönüyle dünya siyasetinin belirlenmesinde etkili olan kişiler üzerinde çeşitli yöntemlerle (şantaj, tehdit, vaat vb.) etki ve baskı oluşturarak dünya siyasetine yön verilmeye çalışılmasıdır.
Bu olayla birlikte belki de yüzyıllardan beri var olan ve etkisini kaybetmeden süregelen insanların zihnindeki “dünyayı Yahudiler yönetiyor” algısı bir anlamda ispatlanmış gibi gözüküyor. Çünkü Yahudi diasporalarının başta ABD olmak üzere bulundukları ülkelerde Epstein olayında olduğu gibi yönetimler üzerindeki siyasi etkisi, hemen her ülkede maddi açıdan güçlü Yahudi işadamlarının varlığı ve bunların o ülkelerin ekonomisi üzerindeki etkisi, Yahudilerin teknolojiyle birlikte istihbarı açıdan dünya üzerinde sahip oldukları güce bağlı olarak gelişen tüm olaylar üzerinde kontrol ya da yönlendirme etkisinin bulunması… Ve en nihayetinde Gazze’de kalkıştığı soykırımla maskesi düşüp rezil olana kadar sahip olduğu zannedilen büyük askeri güç, dünya genelinde insanların kafasında Yahudilerle ilgili böyle bir algının oluşmasına sebep olmuştur.
Yahudilerin her şeye hâkim olduğu ve dünyayı yönettiği algısını insanların zihninde sürekli canlı unsurlardan birisi de korku atmosferi oluşturan gizli örgütlenmelerin ve dünyayı sarmış istihbarı yapılanmaları varlığı algısıdır. Mesela Tapınak Şövalyeleri’nin bugünkü devamı olduğu söylenen Masonlar ve Yahudilerle olan ilişkileri, İlluminati ve Yahudiler arasındaki bağlantılar gibi efsanevi ilişkilerin yanında, Mossad, Şabak (Shin Bet) ve Aman gibi Yahudiler adına çalışan bu istihbarat örgütlerinin varlığı ve çalışmaları hakkındaki abartılardır.
Oysa bütün bunların işlendiği ve toplumsal algıların oluşturulduğu yerler sinema ve dizi setleri, macera kitapları ya da internet siteleri ile gazete sayfalarındaki fantastik haberlerin geçtiği bölümlerdir. Yahudi varlığının istihbarı ve askeri gücünü zirve yaptıran ise altı Arap devletini yenip İngiliz manda yönetimine karşı zafer ilan ettiği 1948-1949 düzmece “İsrail-Arap Savaşı” ve altı saatte Suriye, Mısır ve Ürdün’den Golan Tepeleri, Sina Bölgesi ve Batı Şeria’yı ele geçirdiği “Altı Gün Savaşları” tiyatrosudur.
Sonuç olarak; Yahudi varlığının “Gazze” gibi küçücük bir bölgeye karşı dünyanın büyük olarak bilinen bütün devletlerinin desteğini arkasına alarak ve bütün en üst teknolojik imkanları kullanarak yürüttüğü bu tek taraflı orantısız savaş bile bu maskelerin hepsini düşürmeye yetmiştir.
Dünya sermayesini yöneten Yahudiler, nasıl oluyorsa, bu savaşı sürdürebilmek için Amerika’nın maddi desteğine ve silah yardımına muhtaç durumdadır. Bölgede varlıklarını sürdürebilmeleri için İslam Beldelerinin başındaki yöneticilerin yardımına ihtiyaçları vardır ve onların himayesi altındadırlar. Yahudilerle ilgili şayet gizli bir oluşumdan veya örgütlenmeden bahsedeceksek o da bu hain işbirlikçi yöneticilerle aralarında oluşturdukları anlaşmalardır. Yahudi varlığı bugün işbirlikçi hain yöneticiler yüzünden, Gazze’de Müslümanlara yardım olarak giden bir lokma yiyeceğe ve bir yudum suya bile engel olurken, onların askerinin lojistiğini ve halkının içtiği su bile Türkiye sağlamaktadır. Aylardır katliamlarına güven içinde devam edebiliyor ve eli silahsız Gazze halkı karşısında düştüğü acziyete rağmen hala savaşı sürdürmekten bahsedebiliyorsa bu hemen yanı başındaki Mısır, Ürdün, Lübnan gibi devletlerin Müslüman halklarını frenlemesi sebebiyledir.
Elde ettikleri sermayeye gelince; görünürde, dürüst iş adamlarının legal sektörler üzerinden devasa şirketlerle yürüttükleri ticaret söz konusudur. Ancak arka planda başta cinsellik ve kadın üzerine oluşturulmuş iğrenç sektörler olmak üzere, silah kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, kumar sektörü, organ ticareti ve bu alanda kullanılmak üzere insan ve çocuk kaçakçılığı gibi getirisi yüksek insanlık dışı bütün işlerin merkezinde de Yahudiler bulunmaktadır. Epstein davası bunların birkaçına birden delil olacak niteliktedir.
Mübarek 7 Ekim kıyamında Yahudi istihbaratının gerçekte gücünün ne olduğu ortaya çıkmıştır. İstihbarı ve askerî açıdan ne kadar aciz ve becerisiz oldukları ortaya çıkmıştır. Olay anında korkudan ve şaşkınlıktan kendi vatandaşlarını helikopterlerden tarayarak ölümlerine yol açmışlardır. Ölen Yahudilerin pek çoğunun kanında kendi parmakları vardır. Gazze’de ise şu an itibariyle elindeki bütün imkanlara, arkasındaki desteklere ve İslam Beldelerindeki hain yöneticilerin işbirliklerine rağmen bataklığa saplanmışlar, Müslüman Gazze halkının direnişi ve sabrı karşısında çaresiz şekilde bir çıkış yolu ve çözüm arayışındadırlar. Yahudi yöneticilerin yapmış oldukları açıklamalar ve vermeye çalıştıkları mesajlar hem içerideki tepki ve eylemleri dindirmek, hem savaş sonrası başlarına gelebilecek olumsuzlukları en aza indirebilmektir. İşte Yahudilerin gücü ve her alandaki hakimiyetleri dünyayı yönetme safsataları bu şekildedir.
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعًا اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعًا وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir. (Haşr-14)